to her - III
photo by: @somnambulistika
Günlerdir sana yazmak istiyorum. Ama ellerim titriyor klavyeme dokunduğum anda. Artık kağıt, mürekkep yok. Zaten hiçbir zaman hokkayla uğraşmadım. Kurşun kalemler, tükenmezler geçti parmaklarımın arasından. Ve şimdi, önümde bir bilgisayar. Onunla sıkı bir dostluğumuz var. Hani "kendine ait bir oda" diyordun ya, bence kendine ait bir bilgisayarı da olmalı insanın…
Bugünlerde çok hastayım. Gayet normal aslında ağrılarım. Hayır, demek istediğim, ağrılarım normal, en azından öyle diyorlar. Oysa gençliğimin içinde bu hastalıklar fazlasıyla sırıtıyor. Sanki üzerime bol gelen bir elbise gibi… Garip, uyumsuz, anlamsız. Sen nasıldın? Biliyorum, çok iyi sayılmazdın ama hangimiz daha hastayız? Biz neden hastayız? Sabahları akşamları ve her an midemden yükselen ağrılara, insanların ne kadar da zayıflamışsın sesi eşlik ediyor yine. Sanırım kışın kalın giyindiğim için bir süre duymamıştım bu cümleleri. Aslına bakarsan hepsi iyi niyetli, beni düşünüyorlar, iyiliğimi düşünüyorlar sonuçta…
Ruhumda geçmeyen bir huzursuzluk var. Alacağım haberden korkuyorum. Bakarsın yine gitmem, sonra tekrar randevu alır ve tekrar ertelerim. Ne kadar geç alsam haberi, o kadar çok kendime ait vaktim kalacakmış gibi hissediyorum. Beni anlıyor musun?
Blog sayfamdan bahsetti bana, “ben buradayım, ben biliyorum” mantrasını haykırıyormuşum. Aynı zamanda okuyucuyu kendini sorgulamaya iten ağır felsefi yüklemlerle doluymuş ama o ağırlığın altında boğuluyormuşum. Benim için bir terapi seansı ama okuyucular için benim dünyamın bir reality şovu gibi görünüyormuş. Ne dersin? Açıkçası ben pek takılmadım, çünkü her ne kadar mükemmeliyetçi davrandığımı bilsem de, en azından o bana ait bir alan. Eleştirilere tahammül edemediğim noktada yapacağım tek şey, kulaklığımı takmak oluyor bazen. Ayrıca ben bir yazar olarak kendimi tanımlamıyorken, bir eleştiriye neden açık olayım ki? Peki sen ne yapıyordun? Biri canını yakma adına konuştuğunda…
Ama kimileri farklı. Cümlenin başında "ama" kullanılmaz, evet, ama Berrin mesela onların dışında. Onunla konuşurken senin gölgeni hissediyorum. Sanki senin sesin onun kelimelerinde yankılanıyor. İnan bana onda yaşıyor senin kelimelerin ve hırsın. Kendini anlatmak adına elleri, gözleri ve tüm bedeni ile çaba sarf eden o genç kadında senin sakinliğini hissediyorum. Onunla konuşurken, evet diyebiliyorum tüm kalbimle. Ve onunla konuşurken daha tanıdık geliyor bana sesi, senin sesinden.
Onunla konuşmak bana iyi hissettiriyor. Dinlemeyi seviyorum evet, ama onunla konuşabiliyorum aynı zamanda. Dinlemeyi biliyor. Dahası merakla soruyor. Çünkü önem veriyor. Benim yazılarımı okuduktan sonra ilham denilen o şey ile hareketlenip masa başına geçtiğini ve bir şeyler yazmaya başladığını söylüyor her defasında. Elbette, kendimle aramı düzeltiyor onun bu sözleri. Yazar değilim deyip eleştirilere kulak kaparken, övgüleri göğsümü gere gere kabul ediyorum. İnsanım sonuçta, olsun o kadar ikiyüzlülük.
Bu sıralar pek çok insandan uzaklaştım. Artık kimseye hadi demek istemiyorum. Benim zaten bir yolum yok. Yürüdüğüm yolları kendim açıyor ve açtığım yolda yürümeye çalışıyorum. Dahası, yol adına bu kadar çaba sarf ederken bir yol arkadaşı için ayrıca çaba harcamak istemiyorum. Yorgunluğumu hissediyor musun? Yol arkadaşı derken birinden bahsetmiyorum, herhangi birinden bahsediyorum. Kendime tahammülüm kalmamışken bir başkasının da elinden tutup yanımda çekiştirmek aptallık oluyor zaten. Senin de kimseye tahammülün yoktu tıpkı kendine olmadığı gibi. Buna eminim. Seni o nehrin kenarına getiren şey, korkarım ki buydu.
Bir gün o nehre gideceğim. Bunu daha önce de söylemiştim sana. Hatta o nehrin önünde, dahası köprünün üstünde durup bir fotoğraf çekeceğim. Hatıra kalsın diye. Kim bilir, belki bir gün buzdolabına bile yapıştırırım o fotoğrafı. Böylece, içinde benim fotoğraflarımın olduğu bir buzdolabı olur; markasından, modelinden öte bana ait bir şey.