Yalnızlık Salgını: Kalabalıklar İçinde Kayıp Birey
Söylenti Dergisinde 8 Haziran 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
Yalnızlık, ilk bakışta bireysel bir mesele gibi görünse de artık toplumsal bir anomi olarak sınıflandırılabilir. Belki bu ifade abartılı gelebilir; ancak pandemiyle bu sürecin içine girdiğimiz inkâr edilemez. Covid-19 pandemisi, fiziksel izolasyonu zorunlu kıldı, ama daha derindeki duygusal izolasyonu yalnızca hızlandırdı. Evet, pandemi bitti belki ama etkisi kaldı: dijital ağlarla örülmüş, duygusal olarak kopmuş bir toplum.
Bu noktada, çağdaş sosyolojinin önemli isimlerinden Zygmunt Bauman’a kulak vermekte fayda var. Ona göre, modern insanın yalnızlığı tesadüf değil, sistematik bir sonuçtur. Günümüz dünyasında ilişkiler, kimlikler, kariyerler, hatta değerler bile “akışkan” hale gelmiştir. İnsanlar kalıcı ilişkiler kurmaktan kaçınır çünkü bağlanmak artık risklidir. İlişkiler hızla başlar, hızla biter; çünkü bireyler, “esneklik” adına derinlikten ödün verir.
Bauman’ın teorisi, dijital çağda yüzeysel ilişkilerin yaygınlaşması ve bireylerin duygusal olarak yalnızlaşmasını anlamak için güçlü bir araç. “Her şey geçici, herkes geçici — yalnızlık kalıcı” diyebiliriz onun bakışıyla.
Kalabalığın İçindeki Boşluk
Modern şehirler, devasa kalabalıkları barındıran yalnızlık yuvalarına dönüştü. Apartmanınız da kaç daire var? Peki, komşularınızdan kaçının adını biliyorsunuz? Aynı apartmanda yıllardır oturup birbirinin adını bilmeyen insanlar; asansör sırasında göz teması bile kurmaktan çekinen komşular. Şehirde herkes yan yana ama hiç kimse birbiriyle değil. Georg Simmel, metropol hayatının bireyi nasıl duygusal olarak donuklaştırdığını ‘blazé tutum’ kavramıyla açıklamıştır. Ona göre şehir, sürekli uyarılara maruz kalan bireyi, çevresine karşı duyarsız hale getirir. Şöyle ki: metropol hayatı bireyi sürekli uyarır: reklamlar, gürültü, insanlar, görüntüler hatta kokular… Bu uyarıcı yoğunluğu bireyi yorarak onu savunma moduna sokar. İnsanlar duygusal olarak “uyuşur” ve çevrelerine karşı ilgisizleşir. Bu, metropollerdeki yalnızlığın temelidir. Herkesin yan yana olduğu ama kimsenin kimseye dokunmadığı bir yaşam formu.
Neoliberal yaşam tarzı da, bireyi merkeze koyarken topluluğu unuttu. Kendine yatırım yapan, kariyer odaklı, “başarılı” ama duygusal olarak yalıtılmış bireyleriz birçoğumuz. Kimseye yük olmamak, kimseye güvenmemek, kimseyle derin bağlar kurmamak üzerine dayalı modern çağın görünmeyen kuralları içerisinde bir özgürlük arayışındayız. Belki de bu kurallar, insanı “özgür” değil de, “yalnız” kılıyordur.
Dijital Çağın İronisi: Kalabalıklar İçinde Kaybolmak
Dijital platformlar, iletişimi kolaylaştırdı ama ilişki kurmamızı zorlaştırdı. Bir mesajla ulaşabiliyoruz ama gerçekten bağ kuramıyoruz. Kalp ve kahkaha emojileriyle dolu sohbetler, ama içi boş; binlerce takipçi. Tam da bu noktada “story” paylaşırken hikayemizi kimse dinlemiyor olabilir. Arzuların, düşüncelerin ve acıların algoritmalarla şekillendiği bir çağda, dijital yakınlık fiziksel bir mesafeden çok daha keskin bir yalnızlık oluşturuyor. Çünkü bağlı olmakla anlaşılmak arasında derin bir uçurum var.
Kalabalıklar içinde kaybolmak, dramatik, popüler bir söylem değil; bir kimlik krizi. Modern birey, benliğini bulmak için kendini önce kaybediyor. Herkes gibi olmaya çalışırken kendisi olmaktan çıkıyor. Böyleliklele kimlik, artık pazarlanabilir bir “persona” haline geliyor. Gerçek benlik mi? Belki bir güncellemede ya da filtrede kaybolmuş olabilir.
Riesman, modern toplumda bireyin kimlik gelişiminin artık içsel değil, dışsal referanslarla şekillendiğini savunur. İnsanlar nasıl görünmeleri gerektiğine, ne giyeceklerine, ne paylaşacaklarına başkalarının beklentilerine göre karar verir. Sosyal medya çağında bu durum çok daha görünür hale gelmiştir. Birey başkalarının gözüne göre yaşarken, kendi benliğinden uzaklaşır ve içsel yalnızlığı derinleşir. “Story” paylaşırken hikayemizi kimse dinlemiyor olabilir derken kastettiğim buydu. Çünkü hikâyemizi sadece kendimiz için değil, başkaları beğensin diye anlatıyoruz. Riesman’a göre bu, yalnız kalabalığın tipik davranışıdır: çevrili ama kopuk, görünür ama görünmeyen.
Yalnızlık: Tehlike mi, Şifa mı?
Ama her yalnızlık bir anomi yahut bir lanet değil. Virginia Woolf’un söylediği gibi, belki de yalnızlık, kendine ait bir oda olabilir. Gürültüden, rekabetten, dış onay arayışından uzak bir alan. Kendini duymanın, düşünmenin, dönüşmenin mekânı. Toplumsal yapılar bizi yalnızlaştırıyorsa, bireysel yalnızlık belki de şifaya açılan ilk kapıdır.
Yalnızlık, bir alarm değil her zaman. Bazen bir çağrı. Bazen bir durak. Belki de insanın kendine dönebildiği tek yerdir.
Sonuç Yerine: Sessizliği Dinlemek
Yalnızlık artık bireysel bir his değil, toplumsal bir yapı. Modern hayatın hızı, dijitalleşmenin yarattığı yüzeysel bağlar ve kentlerin anonim labirentleri, yalnızlığı kolektif bir deneyime dönüştürdü. Kalabalıkların arasında kaybolan birey, kimliğini değil yönünü yitiriyor. Sürekli bir hareket halinde ama nereye gittiğini bilmeyen, binlerce insanla çevrili ama derinlerde kimsesiz kalan bir çağın yolcusu o.
Bu yalnızlık salgınının panzehiri, daha fazla bağlantı kurmakta değil—anlamda, derinlikte ve sessizlikte gizli. Çünkü gerçek bağ, yalnızca görüldüğümüzde değil, gerçekten anlaşıldığımızdakurulur.
Ve belki de önce kendi içimizde duyulmalıyız. Dışarıdaki gürültü sustuğunda, algoritmaların dayattığı benliklerden sıyrıldığımızda, geriye kalan o sessizlikte en net sesi bulabiliriz. Çünkü yalnızlık bazen bir uyanıştır: Kendi sesini duymak için gerekli olan boşluk. Belki de kaybolduğumuzu sandığımız an, aslında kendimizi bulmaya en yakın olduğumuz andır. Yalnızlık, dış dünyaya küsme değil; iç dünyaya yönelme olabilir. Kim bilir, belki de bu görünmeyen salgının içinden, kendi anlam alanımızı yeniden inşa ederek çıkabiliriz.
Kaynakça
Bauman, Zygmunt. Liquid Modernity. Polity Press, 2000.
Türkçesi: Akışkan Modernite. Çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, 2003.
Simmel, Georg. “Metropol ve Zihinsel Yaşam.” Modernite ve Metropol, der. David Frisby ve Mike Featherstone, çev. Ahmet Yılmaz, Bağlam Yayınları, 2007, ss. 11–23.
(Orijinal makale: 1903.)
Riesman, David. The Lonely Crowd: A Study of the Changing American Character. Yale University Press, 1950.
Türkçesi: Yalnız Kalabalık. Çev. Mehmet Harmancı, Birey Yayınları, 1996.
Woolf, Virginia. Kendine Ait Bir Oda. Çev. Suat Derviş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.
(Orijinali: A Room of One’s Own, Hogarth Press, 1929.)