Kırık Dökük Hallere Dair Küçük Manifesto
Ben kendimi hiçbir zaman bir şeyi baştan sona düzeltecek, herkesi şaşırtacak, dünyaya bambaşka bir yol gösterecek biri gibi görmedim.
Benim derdim, insanların bakıp da görmezden geldiği, bazen başkalarına anlatmaya utandığı, bazen de kendine bile itiraf edemediği o kırık dökük halleri kayda geçirmek.
Belki de yıllardır blog diye tuttuğum bu dijital defterin, sokaklarda peşine düştüğüm hikâyelerin, merakla sorguladığım en mutlu anların çıkış noktası tam olarak bu:
Bir yerlerde bir çatlak açıldığında, oradan bir şeyin sızmasına izin vermek.
Kimseyi kurtarmak, kimseyi ikna etmek derdinde değilim — ama kendi kendini kandıran düzenlerin üstüne ufak bir not düşmekten de geri durmam.
Bazen bir cümle yeter, bazen bir bakış, bazen de tek bir kahkaha.
Çünkü insan kendini anlatamadığı yerde, anlattığını da anlayamaz.
Ve ben, başkalarının kendini anlatmaya cesaret edemediği halleri dinlemeyi, toplamayı, çoğu zaman da gülerek anlatmayı seviyorum.
Kuralların yerinde olmasına itirazım yok.
Kimse kimsenin hakkına basmasın, kimse kimseyi ezmesin diye varlar.
Ama kurallar, bir noktada insanların ruhunu köreltmeye başlıyorsa, onları biraz eğip bükmenin zararı olmaz diye düşünürüm.
Bazen ufak bir yanlış, insana koca bir doğruyu hatırlatır.
Ve bence bir insanın kendine gülmesi, başkasını ciddiye almasından daha kıymetlidir.
Ben hikâyeleri tamamlamak gibi bir dert taşımam.
Çünkü bir hikâye bittiğinde insan da biter gibi geliyor bana.
Yarım kalan cümleler, yarıda kesilen çekimler, defalarca revize edilse de yine tam oturmayan paragraflar…
Belki de gerçek olan her şey biraz dağınık, biraz eksik.
O yüzden ben de öyle kalmayı diliyorum. Öylesine akışta süzülmeyi...